Deniz’imin kostümü
Uzak tarihimizde de yakın tarihimizde de birçok katliamlar ve acılar yaşamış bir milletin çocuklarıyız. Bu acı olayların tarih süresince görülmüş bir gerçekliği var ki o da şudur:
“Bu olayların uygulayıcısı farklı, planlayıcı farklı, mağduru farklıdır.”
Diğer bir gerçeklik ise bu olaylarda her zaman ya etnik köken ya siyasi uçlar veyahut da inançlar kullanılmıştır.
Alevi-Sünni çatışması/ayrımcılığı ile Maraş katliamı, Sivas katliamı, Malatya katliamı, Çorum katliamı, Ortaca katliamı, Gazi mahallesi olayları ve benzerleri…
Kürt-Türk çatışması…
Sağ-sol çatışması…
Ve nihayetinde 6-7 Eylül pogromu da yaşanmış olan Müslüman ve gayrimüslim çatışması!
6-7 Eylül pogromu çatışmasının mağduru olan bir babaanne-torunun biyografisini sizlere çizmeye çalışacağım:
1890’larda kuzey Yunanistan’dan İstanbul’a göç etmiş sütçü bir ailenin kızı İrini’dir hikayemizin kahramanı. Bir diğer kahramanımız ise anlatacağım hikaye de en az babaannesi İrini kadar geçmişte yaşanmış 6-7 Eylül olaylarından dolaylı yoldan travmasını yaşayan dünyalar güzeli zeki, çalışkan kızımız Deniz Mine Öztürk.
İrini, dönemin başbakanı Menderes’i 6-7 Eylül olaylarının suçlularından biri olarak görüp mitinglerde Menderes aleyhine sarf etmiş olduğu sözlerden dolayı tutuklanmış; tutuklu kaldığı bir yıl içerisinde şu an sizlere bahsedemeyeceğim olaylara maruz kalmış mağdur bir Rum kızıdır.
16 yaşındayken (1954), büyüyünce doktor olmayı düşünen pırıl pırıl, neşeli, heyecanlı bir genç kız olan İrini, 6-7 Eylül olaylarında yaşamış olduğu travma nedeniyle yaşamının neredeyse 1956’lardan 70’lere kadar olan sürecini beyninde silmeye çalışarak adeta kapalı bir kutu olarak geçirir.
Yazının başında bahsetmedim ama üçüncü bir karakterimiz Dimitri Rodionof.
Dimitri Rodionof da 1917 Rus olaylarında Bolşevik Rusya yıkılırken saray ve çarlık yanlısı olup İstanbul’a gelip yerleşmiş olan bir Rus çocuğudur. Dünyalar güzeli İrini ile yakışıklı Dimitri’nin yolları İstanbul’da çakışır. Birbirlerini severler ve evlenirler. Bu evliliklerinden Mihail isminde bir erkek çocukları olur.
İrini’nin mahkumiyeti sırasında yaşamış olduğu travmalar geçmeyecektir tabii. Bu travmalar İrini’nin beynine, kalbine ve psikolojisine tamiri mümkün olmayan travmalar yaralar açmıştır. Nihayetinde bu evlilik İrini’nin sağlık sorunları sebebiyle nihayetlenir. Beş yaşındaki Mihail Rodinof annede kalır. Baba bütün sorumluluklarını yerine getirerek oğlunun ve eski eşinin rahat, sağlıklı ve huzurlu yaşaması için elinden geleni yapar. Ta ki ölesiye kadar.
Mihail, 5 yabancı dil bilen Robert koleji mezunu Boğaziçi işletme mezunu pırıl pırıl bir genç olur. Fakat psikolojisi bozuk, sağlık sorunları olan annesinin varlığı onun düzenli olarak bir yerlerde çalışmasına her zaman engeldir. Kendini Müslüman sanan bir grup güruh tarafından yapılmış 6-7 Eylül olayları sebebiyle bu olayın mağduru olan İrini’de müthiş bir Müslüman ve İslam korkusu fobisi oluşmuştur. Asosyal, toplum dışı yaşamaya mahkum bırakmıştır kendini.
Hikayenin en önemli aktörlerinden olan Deniz Mine’nin hikayesi, İstanbul’da tesadüfen bir dil kursunda beraber olmalarıyla başlar. Bu acı olayların en mutlu tarafı galiba Deniz minenin dünyaya gözlerini açmış olmasıdır özellikle annesinin ailesi olan Duzcu ailesinin ilk torunudur. Gerek Mihali’in annesinin sağlık sorunları sebebiyle gerekse farklı kültürlerden olmaları sebebiyle Deniz Mine Öztürk’ün dünyaya geliş sebebi olan bu evlilik iki buçuk üç yılın sonunda sonlanmıştır. Deniz’in hikayesi tam da bundan sonra başlamaktadır.
Deniz, annesinin çalışmak zorunda olması dolayısıyla 9 aylıkken anneanne ve dedesine memleketi Malatya’ya götürülerek teslim edilmek zorunda kalınmış bir bebektir. Deniz bebek, her şeyden uzak kalabalık öğretmen bir ailenin mutlu mesut bir torunu olarak büyürken içinde aklı başına geldikten sonra boşluklar oluşmaya başlamıştır. Bu boşlukların sebebi ilkokula başlarken Deniz Mine’nin Rodinof soy isminin mahkemeye başvurularak Öztürk olarak değiştirilmesi ile başlamıştır. Nüfusta Deniz Mine Rodinof iken, babası Mihail Rodinof’un Deniz’in annesi ile evlenmeden önce İslamiyet’i seçerek Mehmet Öztürk ismini alması; fakat nüfusta bunu tescil ettirmemiş olmasından dolayı dede Hasan; ”Malatya muhafazakar bir yer. Çocuğuma/ torunuma okulda Rodinof ne demek? Nerelisin? şeklinde sorular sorulursa, mağdur kalırsa” endişelerinden dolayı damat Mihail’den almış olduğu Mehmet Öztürk ismini nüfusta da tescillemesini istemiştir. İ
İlkokula başlayan Deniz Mine Öztürk, böylece meraklı arkadaşları ve çevresinin sen yabancı mısın? Sorularından kurtulmuştur. Bu kurtuluş onun içinde başka büyük olaylara sebep olmuştur. Kendi ifadesidir:
“Benim kostümüm ise evde hazırlanmıştı. Ben doğunca babamın adı Mehmet Öztürk. Dini ise İslam olarak değiştirilmişti. Böylece bana okullarda ve mahallelerde başkaları tarafından dikilecek kostümlerin iğneleri batmayacaktı. Umulduğu gibi başkalarının iğneleri batmadı. Ya da tarih sahnesinde yargılanmadım. Ancak evde dikilen kostüm içimde delikler açtı. Kostümü tarihin güveleri yemişti. Sonradan aklımın erdiğine karar verilip babaannem İrini’nin mektupları bana okutulunca bile dolmadı bu boşluklar aksine büyüdü. Mektuplarında hep korkularından endişelerinden komşularının düşmanlıklarından bahseden babaannem, hep diken üstünde yaşamış. Bazı yılları ise hafızasından komple silinmişti. Artık 6 Eylül gecesi babaannemin tam olarak neler yaşadığını bilme ihtimalim yok. Babamın 80’ler 90’lar boyu İstanbul’da Hristiyan bir Rum genci olarak yaşadıklarını kızına aktarmamak için Öztürk’leşmesinin detaylarını da öğrenemeyeceğim. Öğrenmek de istemiyorum. Ancak bu programın aniden varlıklı Rumlar’a yönelik patlayan öfkeyle oluşan bir utanç gecesi olmadığını yıllar boyu egemenlerin siyasi söylemleri kanunları ve idari pratikleriyle gündelik hayata nasıl işlendiğinin sadece varlıklı Rumlar değil bütün gayrimüslimleri hedef aldığını öğrendim. Ailemin o günlerde neler yaşadığını tam olarak bilmesem de içimde boğulan kimliğin toplum içinde çocuk yaştan saklamak zorunda kalmanın ve varlığını toplum içinde özgürce dile getirememenin yükünü iyi biliyorum. Aynı coğrafyayı paylaşan halkların emekçileri olarak bu barışın yollarını aramanın 6-7 Eylül çocukları ve torunlarının da içindeki boşluklara şifa olabilmesini umuyorum bu topraklarda yaşanılanların asla unutulmadan ama daha fazla insan başka dillerde aynı acıyı yaşamasın diye çabalayarak…
Deniz Mine Öztürk.”
Burada yeğenim Deniz Mine Öztürk’ün izniyle sizlere paylaşmış olduğum yazı, kendisinin bir yayın organına vermiş olduğu yazısından kısa örneklerdir. Yazının tamamını 6-7 Eylül programı ve içimizdeki boşluklar başlığıyla internetten bulup okuyabilirsiniz.
Aynı kıyıyı, dağları, ovaları, nehirleri paylaşan Türkler, Yunanlılar, Kürtler, Ermeniler, Araplar yan yanadır. Komşudurlar. Ve mecburdurlar birbirleriyle barış içinde yaşamaya!
Başka bir çareleri yoktur. Bize düşen bu barışı üretmektir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ sözünü unutmadan, bu yazı ve bilgilerin ışığında siz değerli okuyucularıma vermek istediğim mesaj şudur:
Dün nice Narinler’in acısını içimizde yaşadık. Bugün de yaşıyoruz. Yaşamamayı temenni etmekle beraber belki yarın da yaşayacağız! Bu acıların temel sebepleri, öncelikle cahillik, eğitimsizlik, feodal yapılaşmalar… Hala bu yüzyılda bile toplum ve aile yapısındaki ailenin kutsallığı adı altında öğretilen safsatalardır. Kutsal olan aile değil, insanlıktır. Aileyi oluşturan insanların kutsallığı olmadan, ailenin kutsallığı olamaz! Bunu daha da genişletip toplumlara, milletlere, devletlere kadar genişletmemiz mümkündür.
Feodal yapının bir kurbanı olan Narin’ciğimize de bu yazının sonunda değinmeden yapamayacağım. Yine bunların tümünün sebebi hala ataerkil ve feodal aile yapısıdır. Kol kırılır, yen içinde kalır söylemleridir. Ataerkil aile yapınız batsın! Kırılan kol yenin içinde kalmasın! Herkes görsün. Belki o kırılan kolunuza bir protez takılır.
Narin olayı özelinde belki bu ilk çocuk veya kadın cinayeti değil ama İnşallah sonuncusu olur demekle yetinmek istemiyorum.
Hepimizin yapması gereken şeyler var. İnsanlığa karşı sorumluluklarımız var. Görmüş olduğumuz yanlışlıkları görmemezlikten gelmemeliyiz. Uyarmalıyız. İlgili yerlere bilgi vermeliyiz. “Çocuklar ölmesin şeker de yiyebilsin” diye haykırmalıyız.
“Kelebeklerin bile, çocuklardan, daha uzun yaşadığı bir coğrafya da, size hangi şiiri yazayım”
Ahmet ARİF
https://www.okurmedya.com/yazar/suna-ulger/denizimin-kostumu-219-kose-yazisi
Suna Ülger
EMKADER Başkanı
Bir yanıt bırakın